Türkiye’nin Basın Özgürlüğü Krizi

Hrant Dink için Adalet Yok

Nicole Pope

Türkiyeli Ermeni gazeteci Hrant Dink’in İstanbul’da kendi ofisi önünde 17 yaşındaki bir aşırı milliyetçi tarafından öldürülmesinin üstünden geçen neredeyse altı yıldan sonra hala gerçek azmettiricilerin, bu kişilerin devlet kurumlarıyla bağlantılarının ve Türk medyasının bu tanınmış gazeteci ve insan hakları aktivistinin hedef haline gelmesindeki rolünün soruşturulması bekliyor.

19 Ocak 2007 günü Dink’i öldürmesinden kısa bir süre sonra yakalanan Ogün Samast, çocuk mahkemesinde yargılandı ve Temmuz 2011’de yaklaşık 23 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Soruşturmanın en başından itibaren Karadeniz’in Trabzon şehrinden İstanbul’a bu cinayeti işlemek için gelen bu genç adamın yalnız hareket etmediği ortadaydı. Soruşturma sırasında Trabzon, İstanbul ve Ankara’daki polis, jandarma ve istihbarat görevlilerinin böyle bir suikast girişiminin planlandığından haberleri olduğu, ama Dink’i uyarmak ya da korumak için hiçbir şey yapmadığı ortaya çıktı.

17 Ocak 2012 günü, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi diğer ana davalıların kaderi hakkında hükme vardı. Olayın planlayıcısı olarak görülen Yasin Hayal için ömür boyu hapis cezası verdi. İki sanık, Dink cinayetine yardım etmekten 12 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılırken bir diğeri ise yasadışı silah bulundurmaktan ceza aldı. Mahkemenin cinayette önemli bir rolü olduğuna inanılan aşırı milliyetçi polis muhbiri Erhan Tuncel’in suikastle bağlantısı olmadığına dair kararı, Dink’in akrabalarını ve destekçilerini büyük bir umutsuzluğa soktu. 19 şüphelinin tamamı örgüt üyeliğinden beraat etti.

Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin, “Türkiye’nin siyasi cinayetler geleneği Osmanlı dönemlerine kadar gider. Yargı hala devleti ve kamu görevlilerini koruma refleksine devam ediyor . . . Dink davasında gerçeği açıklayamazlardı çünkü bu cinayet devlet politikalarının bir parçasıydı” dedi.

Çelişkili olan şey ise mahkeme başkanı hakimin de kararının kusurlu olduğunu kabul etmesiydi. Hakim Rüstem Eryılmaz Vatan gazetesine “Sanıkları organize suçtan beraat ettirdik” diyerek, “Bu karar ortada bir örgüt olmadığını kanıtlamaz. Bunun anlamı bu örgütün fiillerini kanıtlayabilecek yeterli delil olmadığı anlamına gelir” dedi.

Dink, öldürülmeden birkaç gün önce yayınladığı öngörülü yazısında, tehlikede olduğundan endişelendiğini söylemişti. 1996 yılında kurduğu Türkçe ve Ermenice basılan Agos gazetesinde “Neden hedef seçildim?” diye yazmıştı. Ermeni yazara yönelik baskılar yıllardır devam ediyordu. 2004’te Ermeni kimliği üzerine yayınladığı yazı dizisi Ceza Kanunu’nun tartışmalı 301. maddesi uyarınca “Türklüğü aşağılamak”tan yargılanmasına sebep oldu. Altı ay ertelenmiş hapis cezasına çarptırıldı ve Yargıtay 2006’da cezayı onadı.

Dink’e ve diğer gayrımüslimlere karşı yürütülen kampanyanın sebebi, 2001 yılında Milli Güvenlik Konseyi’nin “azınlıkları” ve “misyonerlik faaliyetleri”ni ulusal güvenliğe karşı tehditler listesine alması olabilir. Çetin “Belge hazırlandıktan sonra medyada ülkenin misyonerlerle dolduğu ve her yerde Hristiyan kiliseleri açıldığı izleniminin yaratıldığı haberler çıkmaya başladı” dedi.

2006 yılında Katolik rahip Andrea Santoro, yine Trabzonlu, sağ görüşlü bir genç tarafından öldürüldü. Dink suikastindan birkaç ay sonra ise üç Protestan misyoner Malatya’da katledildi. Bu olayda da yine devletin parmağı olduğundan şüpheleniliyor.

Güç dengelerinin değişmekte olduğu ve ordunun etkisinin azaldığı bir dönemde Dink cinayeti soruşturması ve davası birçokları için bir sınav gibi görülüyordu: Türkiye cezasızlık kültürünü sona erdirip, toplumun bazı kesimlerini iç düşman olarak gören katı devlet ideolojisini parçalayabilecek mi? Bu dava Türkiye medyasıyla ilgili sorunlara da ışık tutuyor -basın özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar olmasına rağmen medya organları Dink’e ve devlet düşmanı olarak görü­lenlere yönelik karalama kampanyalarında aktif bir rol üstleniyor.

Agos‘un şimdiki Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş, “Medya, Hrant Dink cinayetine giden yolda bir araç olarak kullanıldı” diyor. “Hakkında açılmış bir dava vardı, ama ilk önce sağ basın, ardından da ana akım medya tarafından da saldırıya uğradı.”

Barış için çaba harcamasıyla bilinen bir gazetecinin öldürülmesi, Türkiye’yi kökünden sarstı. Koptaş, bu olayın yarattığı duygunun Türkiye’nin 50,000 nüfuslu Ermeni toplumuna yönelik algısını olumlu yönde etkilediğini söylüyor. 1915 katliamı ile ilgili tartışmalar, Türk yetkililer soykırım olduğunu ısrarla inkar etmeye devam etseler de oldukça yaygınlaştı. Koptaş’a göre “Hrant Dink cinayeti Agos üzerindeki baskıları azalttı. Cinayetten sonra 301. madde değiştirildi ve şimdi dava açılabilmesi için Adalet Bakanlığı’ından izin alınması gerekiyor.” Koptaş son dört yıldır gazeteye karşı hiç dava açılmadığını vurguladı.

Son birkaç yıldır onlarca askeri personel ve diğerleri, hükümeti devirmeye teşebbüs etmekle suçlanıp tutuklandı; bunların arasında Dink’e saldırıp onu sindirmeye çalışanlar da bulunuyor. Terör suçlarıyla yargılananlar arasında gazeteciler de var ve bunlardan biri polisin Dink cinayetini örtbas ettiğini iddia eden kitabın yazarı Nedim Şener. Bir yıl tutukluluğun ardından tutuksuz yargılanmak üzere Mart 2012’de serbest bırakılan gazeteci, tam da araştırdığı çetenin üyesi olmakla suçlanıyor.

“Derin devlet”in geçmişteki ihlallerini araştıran savcılar, incelemelerini muhafazakar hükümete doğrudan tehdit oluşturduğu düşünülen unsurlarla sınırlıyor. Azınlıklara yönelik adaletsizlikler aynı alakayı göremedi. Çetin’in de üzerinde durduğu gibi “Hrant Dink cinayeti davası çizginin öteki tarafında kalmıştı.”

Dink ailesi, gazetecinin öldürülmesinde devletin dahliyle ilgili soruşturulması gereken önemli noktaların, savcılık tarafından soruşturulmadığının altını çizerek, mahkemenin kararına itiraz etti. Davayı inceleyecek olan Yargıtay kararı onaylayabilir ya da yeniden yargılama isteyebilir. Yıl sonuna kadar Yargıtay’ın karar vermesi beklenmiyor. Nihai sonucun ne olacağı, hem Türkiye’de, hem yurtdışında hala büyük bir merakla bekleniyor ve iktidar partisi, adaletin gerçek anlamda yerine gelmesini sağlamak konusunda büyük bir baskı altında. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, mahkemenin Ocak 2012’de hükmü açıklamasının ardından “Hrant Dink davası Ankara’nın karanlık koridorlarında kaybolmayacak. Hiçbir provokasyon, hiçbir komplo gizli kalmayacak” dedi.

Çetin yargı sürecindeki uyumsuzlukları ve zayıflıkları bir bir belgeleyen bir rapor hazırladı. “Herşey ayan beyan ortada” diyor. Avukatların ısrarına rağmen cinayet mahallinde başka şüphelilerin de varlığını kanıtlayabilecek güvenlik kamerası görüntüleri ve telefon kayıtları mahkemece elde edilmedi. Savcılar bürokrasi duvarına karşı direnmediler.

Çetin, üst mahkemenin, yerel mahkemenin kararını geri çevireceği ve daha kapsamlı bir soruşturma talep edeceği konusunda umutlu. Şubat ayında Devlet Denetleme Kurulu’nun hazırladığı raporda, kamu görevlilerinin rolünün yeterince araştırılmadığı ifade ediliyor. 2010 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de cinayet soruşturmasının ilk sonuçlarına dayanarak benzer bir karar vermişti. Mahkeme ayrıca Türkiye’nin Dink’in ifade özgürlüğü hakkını ihlal ettiği ve yaşama hakkını koruyamadığı hükmüne de varmıştı.

Nicole Pope, İstanbul’da yaşayan İsveçli bir gazeteci. 15 yıl boyunca Le Monde’un muhabirliğini yaptıktan sonra, şimdilerde köşe yazarı ve bağımsız araştırmacı olarak çalışıyor. Aynı zamanda Honor Killings in the Twenty-First Century adlı kitabın yazarı ve Turkey Unveiled: A History of Modern Turkey adlı kitabın da yazarlarından.

(Fotoğraf: Reuters)

3. Bölüme git >>
<< İçindekiler listesine git