Hükümetler Güvenlik Bahanesiyle Gazetecileri Hapse Atıyor

Monica Campbell

Etiyopya çölünün ıssız bir yerinde, gri Temmuz göğünün altında askerler gazeteci Martin Schibbye’yi bir kamyondan dışarı sürükledi, ayaklarının üstünde dikeltti ve ateş etmeye başladı. Kurşunlar başının yanından ıslık çalarak geçerken, “hadi bitirin şu işi diye düşündüm” diye anlatıyor Schibbye, “Vazgeçmiştim”. O ana kadar, meslektaşı foto muhabiri Johan Persson’un çoktan ölmüş olduğunu düşünüyordu. Askerler Persson’u da başka bir tarafa sürüklemiş ve defalarca ateş etmişlerdi. Meğer o atışlar da korkutmak ve sindirmek için yapılan yakın atışlardı.

İsveçli iki gazetecinin o gün yaşamasına izin verilmişti ama özgürlükleri geri verilmemişti. Addis Ababa’da 400 günden fazla hapis tutuldular; ayrı ayrı hücrelerde tecritte kaldıktan sonra, aralarında tüberküloz hastalarının da olduğu aşırı kalabalık, farelerin cirit attığı koğuşlarda tutuldular.

Bu çile, iki gazetecinin yıllarca hapiste kalacakları korkusuyla pes etmeleriyle sona erdi. Evet, teröristlerle işbirliği yaptık. Bu sebeple hapsedildik. Evet, dediler çıkarıldıkları Etiyopya devlet televizyonunda, mahkemenin kararına saygılıyız. Schibbye ve Persson Eylül 2012’de bir afla serbest kalmalarının ardından “elbette hepsi yalandı” diye açıkladı. Schibbye CPJ’ye “Onur kırıcıydı ama o lafları söylemek zorunda hissettik” dedi. “Buna rağmen bizi gerçekten de serbest bırakacaklarından emin değildik.”

İki gazeteci bu olaydan bir yıl önce, Haziran 2011’de, Somali’den doğu Etiyopya’ya giriş yapmış ve ayrılıkçı Ogaden Ulusal Özgürlük Cephesi (ONLF) üyelerinin arasına “ilişmişlerdi”. Bağımsız bir yazar olan ve Schibbye ile Filter adlı İsveç dergisi adına Etiyopya’ya giden Persson, “Tecavüzler, infazlar ve Ogaden bölgesinden toplu kaçışlar olduğuna ve orada İsveçli bir petrol şirketinin faaliyette olduğuna duyumlar almıştık. Gidip neler olup bittiğini kaynağında görmek istedik” dedi. Etiyopya güvenlik güçleri gazetecileri ayrılıkçı gruba düzenledikleri bir baskın sırasında ele geçirdi. Ama Etiyopya makamlarının gizli kalmasını istedikleri konularla ilgili haber yaptıkları için sınır dışı edilen diğer yabancı muhabirlerin aksine, dönemin başbakanı Meles Zenawi İsveçliler için “terör örgütünün ayakçıları” diyerek ülkenin terörle mücadele yasası uyarınca yargılanmalarına izin verdi. Etiyopyalı görevliler gazetecileri silah zoruyla, yakalanma anlarını yeniden canlandırdıkları filmlerde oynattılar -sivil oyuncuların ONLF üyelerini oynadığı, gazetecilerin de suç ortağı gibi rol yaptığı amatör bir skeç. Schibbye “Tam bir şaklabanlıktı ve tüm bu süre boyunca hayatlarımızdan endişe ettik” dedi.

Artık Stockholm’de olan gazeteciler en çok, aralarında ödüllü editör ve blog yazarı Eskinder Nega‘nın da olduğu altı gazetecinin hala Etiyopya’da parmaklıklar ardında olmasından rahatsızlar. “Zindandan son kez çıkarken herkesin kendilerine tezahürat yaptığını” anlatan Schibbye “Bize ‘Dünyaya bizden söz edin. Neler olup bittiğini onlara anlatın’ dediler” dedi.


CPJ araştırmalarına göre 2000 yılından bu yana gazetecilerin hapsedilme oranlarında ciddi bir artış gözlemleniyor. Bu, ABD’ye yapılan 11 Eylül terör saldırılarını takiben dünya çapında terörle mücadele ve ulusal güvenlik yasalarının kapsamının genişlemesinden bir yıl önceye denk geliyor. Dünya çapında hapisteki gazeteci sayısı 2012’de 232’ye ulaştı; bunların 132’si terörle mücadele ve diğer ulusal güvenlikle ilgili suçlamalarla tutuluyor. Her iki sayı da CPJ’nin hapis gazetecileri kayıt altına almakta olduğu 27 yılın rekoru. CPJ’nin incelemeleri, hükümetin bu yasaları ayaklanmalar, siyasi muhalif partiler ve etnik azınlıklar gibi hassas konularda haber yapan muhalif gazetecileri susturmak için suiistimal ettiğini ortaya koyuyor.

Son on yıl içinde bu gibi suçlamalarla önce Eritre ve Küba, ardından da daha yakın dönemde Türkiye ve Vietnam gibi ülkelerde toplu gözaltı dalgaları gerçekleştirildi. ABD son on yıl boyunca Irak, Afganistan ve Guantanamo Körfezi’nde en az 14 gazeteciyi hapsederek bu taktiğin meşrulaşmasına yardım etti. Bu gazetecilerin çoğu hakkında hiçbir resmi bir suçlama yapılmamış olmasına rağmen hepsi de ABD yetkililerince güvenlik veya terör bağlantılı fiillerle suçlandılar. ABD yetkilileri bu iddiaların hiçbirinin doğruluğunu kanıtlamadılar.

CPJ’in araştırmalarına göre dünya çapında ulusal güvenlik ve terör yasalarının muğlak bir dille kaleme alınması, yetkililere hassas konularda haber yapan gazetecileri sindirmek için büyük bir özgürlük tanıdı. Örneğin Çin‘de ceza kanununun 103. maddesi “ülke birliğini zayıflatmayı” suç olarak tanımlıyor ve Tibetliler ve Uygurlar gibi resmi politikalardan şikâyet eden azınlıklar hakkında haber yapan gazetecilerin yargılanmasına olanak sağlıyor. Çin’deki gazetecilerin yargılanabildiği bir diğer madde, 105. Madde şöyle diyor: “söylenti veya iftira yayarak başkalarını Devletin iktidarını sarsmak veya sosyalist sistemi yıkmaya teşvik eden herkes en çok beş yıl olmak üzere sabit hapis cezası, cezai gözaltı, takip altında tutulma veya siyasi haklardan mahrumiyetle cezalandırılacaktır.”

2009 yılında Etiyopya’nın yürürlüğe soktuğu yeni terörle mücadele yasasının muğlaklığı, gazetecilerin protesto gösterisini haberleştirmekten yabancı bir haber ajansıyla çalışmaya kadar birçok nedenle hapse atılmasına izin veriyor. Yasa, hükümetin terörist olarak tanıdığı herhangi bir grupla ilgili haber yapmayı suç sayıyor ki, bu liste yalnızca ONLF gibi ayrılıkçı gruplarla sınırlı değil. Muhalif siyasi partiler de bu listede yer alıyor. 6. Madde şöyle diyor: “Halkın bir bölümü ya da tamamı tarafından, kendilerinin bir terör eylemi gerçekleştirme ya da hazırlama ya da başkalarını azmettirmeleri yönünde, doğrudan ya da dolaylı olarak teşvik edildiği ya da cesaretlendirildiğine inanmalarına sebep olabilecek bir açıklamayı yayınlayan ya da yayınlanmasına sebep olan herkes… 10 ila 20 yıl arası ağır hapis cezasına çarptırılacaktır.” Yasada ayrıca “terörize eden mesajları” ya da “müstehcen mesajları yaymak için her türlü telekomünikasyon ağı ya da aygıtlarını kullanmak” da suç sayılıyor ve yasayı ihlal edenler için sekiz yıla kadar hapis cezası öngörülüyor.

Etiyopya’da 2009 tarihli terörle mücadele yasasının yürürlüğe girmesinden bu yana en az 11 gazeteci hapsedildi. Bunlardan en iyi bilineni Eskinder’dir. Eskinder önceleri Washington’da yaşarken bağımsız bir gazete kurmak için 1990’larda anavatanı Etiyopya’ya döndü. Yetkililer uzunca bir süredir Eskinder’i hedef almıştı; gazetesini kapatmış ve daha önce de devlet karşıtı suçlamalarla hapse atmıştı. Karısı, gazeteci Serkelam Fasil çiftin oğullarını birkaç yıl önce hapisteyken doğurmuştu.

Eskinder aleyhine en son dava 2011’de, hapis gazetecilerin ve aktivistlerin aslında terörist olduğunu iddia eden hükümete itiraz ettiği bir köşe yazısından sonra açıldı. Yetkililer Eskinder’in yazısının yasadışı kişi ve gruplara ” moral destek” sağladığını söyleyerek, terör suçlamasında bulundular. Gözaltına alındıktan sonra Eskinder ayrıca merkezi ABD’de olan yasadışı siyasi parti Ginbot 7 ile bağlantılı olmak ve Eritre’den silah temin etmekle de suçlandı. Eskinder bu suçlamaları reddetti; savcılar da silah kaçakçılığı yaptığı ya da herhangi bir terör eylemiyle bağlantısı olduğuna dair hiç bir kanıt sunmadılar. Temmuz ayında mahkeme Eskinder’e 18 yıl hapis cezası verdi.

Eskinder’le çalışmış olan eski bir Bloomberg muhabiri ve FreeEskinderNega.com (Eskinder Nega’ya Özgürlük) blogunu yöneten Jason McLure “onun hikâyesi Etiyopya’da ifade özgürlüğü üstündeki büyük baskının güçlü bir sembolü” diyor. “Eğilmeyecek ve bunun için büyük bir bedel ödemeye de razı.”

En ağır bedeli hapistekiler ödüyor olsa da, halk da mağdur oluyor. CPJ’in araştırması Etiyopya’da ve diğer ülkelerde ulusal güvenlikle ilgili kovuşturmaların birçok gazeteciyi sessiz kalmaya zorladığını ortaya koyuyor. Misilleme korkusuyla isminin açıklanmasını istemeyen Etiyopyalı bir gazeteci, din özgürlüğünü engellediği gerekçesiyle hükümet politikalarına itiraz eden Müslümanların protesto gösterilerini haberleştirdikten sonra terörle mücadele suçlarından gözaltına alındığını söyledi. Hukuk girdabının içine düşeceğinden korkarak ülkedeki Müslümanların faaliyetleri hakkında haber yapmaktan vazgeçti. CPJ’e “Gazeteci olup da mesleğini yeni terörle mücadele yasasıyla suçlanma korkusu olmadan icra etmek çok zor” dedi.


İranlı yetkililer de ulusal güvenlik yasalarını gazetecileri sindirmek için -özellikle de tartışmalı 2009 başkanlık seçimlerinden bu yana- bir sopa olarak kullanıyor. CPJ’nin 2009’dan bu yana yaptığı araştırmalar, hapiste her daim 40-50 civarında gazetecinin olduğunu, bunların birçoğunun insanlık dışı koşullarda uzun süreli hapis cezalarına çarptırıldığını ortaya koymakta. Genellikle “rejim aleyhine propaganda yapmak” ve “ulusal güvenliğe karşı hareket etmek” gibi suçlardan açılan davalar İran’da haber yapmayı imkânsız hale getirdi ve savunmasız yazar ve editörlerin sürgüne gitmesine yol açtı. CPJ’in araştırmaları 2007’den bu yana en az 68 İranlı gazetecinin ülkeden kaçtığını göstermekte.

Baskı operasyonları sıklıkla seçimlerden ya da İran yetkililerince hassas olduğu düşünülen etkinliklerden önce gerçekleştiriliyor. Ocak 2012’de, ülkedeki parlamenter seçimlerden önce polis reform yanlısı gazetelerde çalışan en az altı gazeteciyi gözaltına aldı. Ulusal güvenlik yasalarının korku yaymak için kapsamının nasıl geniş kullanıldığını gösteren en iyi örnek, tanınmış yazar Marzie Rasouli’nin gözaltına alınmasıdır. Rasouli reformcu gazeteler için kültür sanat yazıları yazan, siyasi nitelikte yazılarıyla bilinmeyen bir yazardı ama “ulusal güvenliğe karşı fiiller” ile suçlandı.

Merkezi New York’ta bulunan İran’da İnsan Hakları İçin Uluslararası Kampanya’nın yöneticisi Hadi Ghaemi yasanın muğlak dilinin siyasi muhalif olarak görülen herkesin gözaltına alınmasını mümkün kıldığını söyledi. “Durumun daha da kötüleşebileceğini” söyleyen Ghaemi “İran’ın nükleer programıyla ilgili uluslararası gerilim arttıkça, üstüne de siyasi rekabet ve Haziran’da yapılacak başkanlık seçimleri binince, basını devlet karşıtı suçlamalarla kontrol altına alma çabası artacaktır” dedi.

Ulusal güvenlik yasalarının asıl hedefi yerel gazeteciler olsa da, yabancı ajansların İran’daki haber şubeleri de saldırılar karşısında savunmasız. Reuters haber ajansının İran akreditasyonu, Tahran’da bir dövüş sanatları ekibiyle ilgili hazırladıkları videoda, katılımcılara yanlışlıkla “suikastçı” denmesinin ardından Ekim ayında iptal edildi. Reuters bir düzeltme yayınladı ve İranlı olan Tahran büro şefi Parisa Hafezi’nin video metninin hazırlanmasında payı olmadığını açıkladı. Ama yine de Hafezi hakkında dava açıldı ve jüri Eylül ayında devlete karşı suç işlemekten suçlu buldu. Ghaemi uluslararası bir kuruluşun ülkedeki temsilciliğine devlet karşıtı suçlamalarda bulunulmasının, İran yetkililerinin taktiklerinde rahatsız edici bir değişimin göstergesi olduğunu söyledi.

Basını hapse atmak konusunda dünyanın en kötülerinden Çin, ulusal güvenlik yasalarını ülkenin propaganda biriminin onayından geçen görüşlere uygun davranılmasını sağlamak için kullanıyor. Örneğin gazete yayıncısı Shi Tao propaganda biriminin gönderdiği Tiananmen Meydanı protestolarının nasıl haber yapılacağıyla ilgili yönergeyi yurt dışındaki bir haber kurumuna e-posta yoluyla ilettiği için 2004 yılından beri hapiste. Haber medyasına gönderilen ve Tiananmen ile ilgili resmi tutum doğrultusunda haber yapılmasını talep eden bir dizi sıradan talimatın yer aldığı yönerge, geriye dönük olarak devlet sırrı olarak sınıflandırıldı ve Shi ulusal güvenliğe zarar veren bilgiyi açıklamaktan suçlu bulundu.

2008 yılında, Çinli yetkililer dışlanan etnik gruplar hakkında haber yapan gazetecileri susturmak için ulusal güvenlik yasalarını kullanmaya başladı. CPJ’in hapis gazetecilerle ilgili son sayımını yaptığı Aralık 2012’de, Çin’de hapis 32 gazetecinin yarıdan fazlası Tibetli ve Uygur gazetecilerden oluşuyordu. Bu gazeteciler merkezi hükümetin gizli tutmak için büyük çaba gösterdiği etnik huzursuzluklarla ilgili haberler yapıyordu. Bu ve diğer davalarda yetkililer tipik olarak yıkıcılığa teşvik, devlet otoritesini yıkmak veya ayrılıkçılığı savunmak suçlarından dava açtılar ve davaların çoğunda birincil kanıt sanıkların yayınlanmış haberleri/yazılarıydı. San Fransisko’da yaşayan ve internet üzerinde bir insan hakları aktivistleri ağı Çinli İnsan Hakları Savunucuları’nda araştırmacı olan Victor Clemens “Yakalandıysan ve hakkında resmi suçlama yapıldıysa – yani bu aşamaya kadar gelindiyse – suçlu bulunma şansın çok yüksek” diyor. “Toprakla ilgili meseleler ya da bir dini grup hakkında yazan bir blog yazarının [gözaltına alınıp] ne olduğu belli bile olmayan ve ancak birkaç kelimeyle tanımlanan suçlar ile suçlandığına tanık oluyoruz. Bu çok zalimce.”

Vietnam’da yetkililer devlet karşıtlığı ile ilgili yasaları, toprak istimlakları ve ülkenin Çin’le ilişkileri hakkında eleştirel haberler yapan gazetecilere yönelik sürekli genişleyen baskı operasyonlarında kullanıyor. Online gazeteciler yoğun saldırı altında: 2012 sonlarında hapisteki 14 gazetecinin biri hariç tamamı dijital platformlarda çalışıyordu. Devletin yaygın sansür uygulaması bu alanı çok kolay denetleyemiyor. Merkezi Londra’da bulunan ve savunma masraflarının ödenmesine yardım eden ve – Vietnam dahil – dünya çapında avukatlara basın yasası eğitimi veren Medya Savunma Birliği Girişimi’nin icra müdürü Peter Noorlander, “Olay sadece internet medyasının büyümesinden ibaret değil. Tanık olduğumuz şey, hükümetin kendine yönelik tehditlerle ilgili tedirginliğinin giderek artması” dedi. Eylül ayında Vietnam’ın Çin’le ilişkileri hakkında eleştirel haberlerin yer aldığı bir websitesi olan Özgür Gazeteciler Klübü’nün üç kurucusu, mesleki faaliyetleri nedeniyle devlet karşıtı suçlardan dört ila 12 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Redemptorist News adlı internet haber portalına katkıda bulunan dört yazar üç yılın üstünde hapis yattı; üçü, ceza kanununun 79.Maddesinden, hükümeti devirmek için faaliyette bulunmakla suçlandı. Most Holy Redeemer (En Kutsal Mesih) Cemaati tarafından hazırlanan Redemptorist News sitesinde, ülkenin zulüm altındaki Katolik azınlığı, hükümetle yerel halk arasındaki toprak ihtilafları ve diğer sosyal konularda yazılar yayınlanıyor. Sitenin yayınlanmasına yardım eden rahip Dinh Huu Thoai 2012’de CPJ ile yaptığı görüşme sırasında “Kendi muhabirlerimiz var ama eğer adlarına konuşabileceğimizi hissedersek, dışarıdan gelen bilgileri de yayınlıyoruz. Seslerini duyuramayan insanların savunuculuğunu yapıyoruz” dedi.


Türkiye’de iktidar ülke ekonomisini toparladığı ve ülkenin uluslararası imajını yükselttiği için övgüler almaktaysa da, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gazetecileri Kürt meselesi ve diğer hassas siyasi konularda haber yapma konusunda kısıtlıyor. Ağustos 2012’de yapılan kapsamlı incelemede CPJ, Türkiye’de hapisteki 76 gazetecinin en az 61’inin doğrudan mesleki faaliyetleriyle bağlantılı sebeplerle tutulduğunu ortaya koydu. Hapistekilerin neredeyse tamamı ulusal güvenlikle ilgili suçlamalarla karşı karşıyaydı. Hapis gazetecilerin dörtte üçünden fazlası tutuklu yargılanmaktaydı ve haklarında herhangi bir hüküm verilmemişti.

Türkiye’de hapis gazetecilerin yaklaşık üçte ikisini, yasadışı Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) eylemlerini ve görüşlerini haberleştirdikleri için terör örgütüne yardım etmekle suçlanan Kürt gazeteciler oluşturuyor. Diğer hapis gazetecilerin neredeyse tamamı ise hükümet karşıtı komplolara karıştıkları veya yasadışı siyasi parti üyesi oldukları iddialarıyla karşı karşıya. Haziran 2012’de CPJ’ye gönderdiği bir mektupta Adalet Bakanı Sadullah Ergin gazetecilerin adli kovuşturmaya uğramasını, Türkiye’nin ifade özgürlüğü korumak ile “şiddeti övme ve terör propagandasını” engellemeye gerekliliği arasında bir denge kurulmasına duyulan ihtiyaçla gerekçelendiriyordu. Ama CPJ, birçok durumda Türkiye makamlarının yasadışı gruplar hakkındaki haberlere veya hassas konulardaki araştırmalara doğrudan terör suçu veya devlete karşı işlenen bir suç gibi muamele ettiğini gördü.

Tecrübeli bir televizyon habercisi ve köşe yazarı olan Mehmet Ali Birand “Gazeteciler terörizmi övmüyor. Okurlarına ‘bir bomba alın, öldürün’ demiyor. Yine de Kürtler veya ayrılıkçı gruplarla ilgili yaptığımız her haberde onları terörist olarak sunmamız için dehşet bir hükümet baskısıyla karşı karşıya kalıyoruz” dedi. “Bunu yapmazsanız o akşam televizyonda bir bakan veya üst düzey bir yetkili sizin hakkınızda ülkenin güvenlik güçlerine gerektiği kadar yardım etmediğinizi söyleyecektir.”

İki saygın araştırmacı gazeteci, Nedim Şener ve Ahmet Şık aleyhine açılan dava Türkiye yargısının ne denli geniş şümulü olduğunu göstermektedir. Her ikisi de yazılarıyla ve İslamcı Fethullah Gülen’in Türkiye’nin iç işleri üzerindeki etkisiyle ilgili kitapların yazımına katkıda bulunmak yoluyla hükümet karşıtı bir komploya yardım ettikleri suçlamasıyla, 12 aydan fazla tutuklu kaldılar. 2012 sonlarında hala devam eden davaları aykırılık ve mantıksızlıkla doluydu. Örneğin suçlamalar sadece orijinalliği tartışma konusu olan bilgisayar dosyalarına dayandırılmıştı. Şener, eleştirilen diğer haberleri nedeniyle uzun süredir hükümetin saldırılarına maruz kalmış olmasına rağmen Gülen hareketiyle ilgili hiçbir kitaba katkıda bulunmadığını söyledi. En dikkat çeken şey ise Türkiye makamlarının, bir grubun siyasi nüfuzu hakkında yazmanın neden ulusal güvenliği tehdit ettiğini tam olarak açıklamaması.

Uluslararası protestolar hükümetin henüz dava devam ederken Şener ve Şık’ı serbest bırakmasına sebep oldu. Türkiye’de hapis gazetecileri takip eden ve hapis gazeteciler için ziyaretler ve farklı destek eylemleri koordine eden küçük bir ağ olan Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun sözcüsü, İstanbullu gazeteci Necati Abay “Ama hapisten çıkmış olman özgür kaldığın anlamına gelmiyor” dedi. “Kolayca hapse geri dönme tehdidi yanıbaşınızda duruyor.” Abay çalışmaları nedeniyle defalarca gözaltına alındı; bir defasında 2003 yılında, yasadışı bir Marksist gruba üye olmakla suçlandı – Abay bu iddiayı reddediyor. Tutuklanmasının, Abay’ın editör olarak çalıştığı haftalık sosyalist Atılım dergisine yönelik uzun süredir süren resmi baskı operasyonunun yalnızca bir örneği olduğunu söylüyor. Hükümet dergiyi dönem dönem kapatmış ve çalışanlarını mütemadiyen tehlikeli Marksistler olarak damgalamıştı.

Basın özgürlüğü savunucuları hükümetlere İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin, bilgiyi araştırmak, elde etmek ve yaymak hakkını garanti altına alan 19. Maddesi’ni hatırlatarak, ulusal güvenlik yasaları uygulanırken uluslararası standartlara uyulması çağrılarını yoğunlaştırıyorlar. Thomas Hammarberg Avrupa Konseyi insan hakları komiseriyken Türkiye’nin ceza adalet sistemindeki eksiklikleri tespit eden iki detaylı rapor yayınladı. Eksiklikler arasında terör suçlarının tanımının geniş olması ve bunlarla ilgili ceza kovuşturmalarının aşırı uzun sürmesi de bulunuyordu. Türkiye 2012’de yaptığı alçak gönüllü reformlarla bazı cezaları hafifletti ve terör suçlarını muhakeme eden sistemi değiştirdi. Ama bu tedbir terörle mücadele kanununu, eleştirel haber ve görüşleri susturmak için kullanılan geniş ve muğlak dilden arındıracak nitelikte köklü bir değişik yapmadı.

İsveçli parlamenter ve Avrupa Konseyi basın özgürlüğü raportörü Mats Johansson 2012 raporunda, Türkiye’deki “basın özgürlüğünün geriye gitmesinin de işaret ettiği” üzere demokraside kötüleme olduğunu ifade etti. CPJ ile yaptığı görüşmede Johansson uluslararası baskının büyük kararlılık gerektirdiğini söyledi. Ne de olsa, Türkiyeli politikacılar yabancıların ulusal meselelere karışmamaları gerektiği argümanlarını desteklemek için Johansson’un yaptığı eleştirileri temel almışlardı. Johansson “Türkiye’yi yasal reforma gitmeye zorlayamayız. Ancak zamanla, baskı arttıkça ciddi bir değişim olmasını ümit edebiliriz. Bu çok ciddi, sabır gerektiren bir çalışma” dedi.

Baskı yapmanın bedeli çok büyük. Bir gazetecinin CPJ’ye dediği gibi bugün Etiyopya’da “gazeteciler, editörler, medya patronları – tamamı kendilerini sansürlüyor. Hükümetin hoşuna gitmeyen her tür siyasi haber, gazetecinin ihanetle suçlanmasına sebep olabilir.” Diğer birçokları gibi o da ancak kimliğinin gizli tutulması şartıyla bunları söyledi, çünkü hükümetin intikamından korkuyordu.


Monica Campbell Public Radio International’ın “Dünya” programı için haber yapan San Fransiskolu bir gazeteci. Campbell CPJ için Meksika, Küba ve Venezuela’dan bildirmektedir.

Exit mobile version