Baskıcı Ev Sahipleri Olimpiyatların İmajını Zedeliyor

Kristin Jones ve Nina Ognianova

Rusya’nın Karadeniz Kıyısındaki Soçi kenti, dünyaya kaçırılmayacak bir 2014 Kış Olimpiyatları sunmaya hazırlanıyor. Artistik patinaj hayranları şimdiden Kim Yu-na’nın bu defa da altın madalya alıp almayacağına dair tahminlere başladı bile. Lindsey Vonn kayak pistini denerken Ruslar da hokey takımlarının yeni yapılan Bolşoy Buz Kubbe’de kazanma ihtimaline bel bağlamış durumda. Tüm bunların yaşanmasına daha vakit var. 2012 yılında dünyanın Rusya ile ilgili hatırladığı esas resim bir cam kafese kapatılmış feminist punk rock grubu Pussy Riot’ın üyeleri oldu. Başkan Vladimir Putin’i protesto ettikleri için “dini nefret nedeniyle holiganlık” yapmak suçuyla yargılandıkları davada, grubun üç üyesi suçlu bulundu ve Ekim ayında iki üye çalışma kampına gönderildi.

Bu rol çalan görüntüler yalnızca Rusya’nın Sovyet sonrası dönemde ilk kez gerçekleştireceği Olimpiyatların organizatörleri için değil, Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) için de büyük bir sorun. IOC, Beijing’de ışıltılı Yaz Olimpiyatları’nın yorgun bir totaliter rejimin sahnesinde düzenlenmesi yüzünden hedefe konmuştu. Bu çelişki, Olimpiyatlar gibi prestijli bir uluslararası etkinliğin ev sahibinin seçilmesi ve düzenlenmesinde insan hakları ve bilginin özgürce paylaşılmasının rolünün ne olduğuna dair tartışmayı bir kez daha gündeme getirdi: IOC’nin ev sahibi hükümetlerden baskı, sansür ve insan hakları ihlallerinden hesap sorma yükümlülüğü var mı? Ev sahibi şehirler, gazetecilerin güvenliğinin tehdit altında olduğu ve muhalefetin susturulduğu bir ortamda haber medyasına olimpiyatlar hakkında diledikleri gibi haber yapma özgürlüğünü tanıma yükümlülüğünü yerine getirebilecek mi?

Rusya’daki ifade özgürlüğü üzerindeki yoğun baskılar ve güçlü bir yabancı düşmanlığının hâkim olduğu iklim, olimpiyatların barış ve karşılıklı saygı hedeflerine ve olimpiyatları haber yapmak için gereken basın özgürlüğü ile bir kez daha çelişiyor. Ve bu tartışma Soçi ile sınırlı değil. 2020 Yaz Olimpiyatları ev sahipliği yarışında finale kalan üç adaydan biri de, son dönemlerde hükümetin terörle mücadele kampanyasının onlarca gazeteciyi hapse attırdığı ve bilginin serbest dolaşımını önemli ölçüde kısıtladığı İstanbul. IOC, 2020 oyunlarının ev sahibini seçerken ve ayrıca organizasyon komiteleriyle sözleşme görüşmeleri sırasında bu konularla ilgili daha güçlü bir duruş sergileme fırsatına sahip olacak.


Olimpik oyunların özünü oluşturan kuruluş belgesi Olimpiyat Antlaşması’nda dile getirilen amaçlar yalnızca spor müsabakaları düzenlemekten çok daha kapsamlıdır. Antlaşma “sosyal sorumluluk ve evrensel temel ilkelerini” benimser. Tüzükte, olimpik hedef: “sporu insanlığın uyumlu gelişimine sunmak, insanlığa saygının korunmasına yönelik barışçıl bir toplumun oluşmasını sağlamak” olarak ifade edilir. Olimpiyat Hareketine ait olan her kişi ya da kurum -ulusal Olimpiyat komiteleri ve ev sahibi şehir organizasyon komitesi dâhil- “Olimpiyat Antlaşması hükümlerine uyum sağlamak ve IOC kararlarına uymakla yükümlüdür”.

Olimpiyat Antlaşması’nda koruma altına alınan ilkelerden biri de basın özgürlüğüdür. “Olimpiyat Oyunlarında dünyada mümkün olan en geniş izleyici kitlesinin oluşturulması ve çeşitli medyalarca en geniş şekilde kapsama sağlanması için IOC gerekli tüm önlemleri almaktadır” diyen Antlaşmasının 48. Maddesi, “Olimpiyat Oyunlarının medya kapsamına alınması konusu ile ilgili tüm kararların IOC’nin yetki alanı içinde” olduğunu vurgular. Olimpiyat yetkilileri bu hedefleri ciddiye aldıklarını söylüyorlar. IOC sözcüsü Mark Adams CPJ’e “Uluslararası Olimpiyat Komitesi, Olimpik Oyunların her şeyden önce bir ülkenin sosyal gelişimine olumlu etkisi olabilecek iyi amaca hizmet eden bir güç olduğuna kuvvetle inanmaktadır” dedi. Ancak, iyi bir amaca hizmet etmenin “Olimpik Oyunların kötülükler için derde deva olacağı ve dünyanın tüm sorunlarını çözebileceği” anlamına gelmediğini söyleyen Adams, IOC başkanı Jacques Rogge’nin Beijing’de IOC’nin siyasi bir organ olmadığı açıklamasını da desteklemiş oldu.

IOC basın özgürlüğüne olan ilişkisini yalnızca -en azından yaptığı açıklamalarda- Oyunları haber yapmak üzere akredite olmuş gazetecilerle sınırladı. Adam “Olimpiyatlar sırasında basın Beijing’den özgürce yayın yapabiliyordu” dedi. Zaten, Çin’in basını, Usain Bolt’ın 100 metre dünya rekorunu kırması gibi oyunların en önemli anlarını izlemekten mahrum bıraktığını iddia edebilecek kimse pek yoktur zaten. Ancak bu yaklaşım – ulusal ve uluslararası, akredite veya değil – tüm gazetecilerin nasıl bir ekosistemi paylaştığını ciddiye alınmadığını gösteriyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü küresel girişimler direktörü Minky Worden, diğer haberleri dışarıda tutup “yalnızca sportif etkinlikleri haber yapma özgürlüğünü korumak diye bir şey söz konusu olamaz. Bu uygulanabilir bir ayrım bile değildir” dedi.

Tek amaçları Olimpik Oyunları izlemek olan binlerce gazeteci Beijing’e gelir gelmez sansürün etkisini hemen hissettiler. Bazı haberlere, bilgiye ya da görüşlere – bazı uluslararası kanallar üstünden bile – ulaşamıyorlardı; çünkü Çin’deki herkes gibi onların da belli internet sitelerine erişimi engellenmişti. Worden “Hiç de profesyonelce bir çalışma ortamı değildi” diyerek, “bunun sorumlusunun IOC olduğunu” söyledi.

Daha da önemlisi IOC’nin Beijing’i ev sahibi ilan ettiği Temmuz 2001’den oyunların başladığı Ağustos 2008 tarihleri arasında Çin, onlarca yerli gazeteciyi hapsetti, ilerici editörleri işten attı ya da daha önemsiz görevlere getirdi ve eleştirel yayınları durdurdu. CPJ iki kez sansürle ve gazetecilere yönelik muameleyle ilgili kaygılarını dile getirmek üzere IOC ile görüştü; ama komite CPJ’e bunun kendilerinin sorunu olmadığını net bir dille ifade etti. Olimpik Oyunlar İcra Müdürü Gilbert Felli 2006 yılında Lozan’daki görüşme sırasında CPJ’ye “Görevlerimiz arasında kaygılı grupların aracılığını yapmak bulunmuyor” dedi.

Olimpiyatlardan hemen önce anakaradaki gazetecilere 21 maddelik bir yasaklı-haber-konuları-listesi gönderildi; Hong Kong’un South China Morning Post gazetesinin o dönem yazdığına göre, bunlar arasında gıda güvenliğiyle ilgili konularla ilgili özel bir madde vardı. Eylül ayında oyunların sona ermesinin ardından, Çin basını tüm ülkede satılan bebek maması ve diğer süt ürünlerinin içinde bir sanayii kimyasalı olan melamin bulunduğu haberini patlattı. Daha sonra Dünya Sağlık Örgütü altı bebeğin öldüğünü, 50,000 bebek ve küçük çocuğun hastanelik olduğunu söyledi. Ülke basını işini gerçek anlamda yapabilmiş olsaydı bu trajediyi engelleyebilirdi; ilk şikâyetler daha Haziran ayında gelmişti.

Bu dönemde uluslararası muhabirlere kısa süreliğine ülkede seyahat özgürlüğü tanındı. Yetkililer Ocak 2007’de kısıtlamaları hafiflettikten sonra yabancı gazetecilere, artık her röportaj için önceden yerel yetkililerden izin almalarına gerek olmadığını ve “Çin hükümetinin yabancıların girmesine izin verdiği yerleri” ziyaret etmekte serbest oldukları söylendi. Buna rağmen gazeteciler tacize uğradılar ve bazen de gözaltına alındılar; Çin’in batısında ve Tibet’te protestolar, etnik ayaklanmalar ve tutuklamalarla ilgili kapsamlı haber yapmaları engellendi.

2005-2008 yılları arasında Çin Yabancı Muhabirler Kulübü’nün başkanlığını yapan Melinda Liu, Olimpiyatlar’ın ardından yerel yetkililerin eski bildik baskıcı yöntemlerine geri döndüklerini söyledi. “Neye izin var neye yok kestirilemez hale geldi; yabancı muhabirler giderek daha çok reddedilmeye, gözaltına alınmaya, taciz edilmeye ve belgeleri veya haber ekipmanlarına el konmaya başlandı.”


Rusya medyasının durumu birçok yönden Çin medyasının içinde bulunduğu iklimden daha farklı. Rusyalı gazetecilerin tarihine bakıldığında, yolsuzluk ya da insan hakları ihlalleriyle ilgili haber yaptıkları için tehditler, saldırılar ve hatta öldürülme ihtimali, resmi sansür ya da hapse atılma ihtimalinden daha fazla. Rusya, CPJ’in Cezasızlık Endeksi’nde dokuzuncu sırada yer alıyor; bu endeks gazetecilerin muntazaman öldürüldüğü ve katillerinin yakalanmadığı ülkelere dikkat çekmektedir. Gazetecilere yönelik saldırıların kovuşturulmasıyla ilgili irade eksikliği, siyasi iktidarla bu suçlar arasındaki bağlantıya işaret ediyor; ve yaratılan korku iklimi araştırmacı gazeteciliğin yok olmasına yol açıyor.

Ayrıca, Olimpik oyunlar ülkede gazetecilerin özgürlüğünün kısıtlandığı ve uluslararası aktörlere karşı açık bir şüpheciliğin yaşandığı bir dönemde gerçekleştiriliyor. Başkan Putin’in üçüncü görev dönemi, 2012’de kısıtlayıcı yasaların yürürlüğe girmesiyle ve muhaliflere taciz ve -Pussy Riot’un hapsedilmesi gibi- kovuşturmalarla başladı. Temmuz ayında Kremlin, 2011’de bu suçu ceza olmaktan çıkaran bir hükmü iptal ederek yeni bir hakaret yasasını geçirdi ve azami 150,000 Dolarlık bir para cezası koydu; bu miktar devletle bağı olmayan haber organları için caydırıcı bir meblağ. Aynı ay, yetkililere “savaş propagandası yapmak” ve “etnisiteler arası nefreti teşvik etmek” gibi hayli muğlak tanımlanmış kriterlere uyan internet sitelerine erişim engeli koyma yetkisi veren yeni bir İnternet yasası da geçti. Hangi internet sitelerinin kara listeye gireceğine bir hükümet kurumu karar verecek ve yeni yasada bunun teknik ve hukuki uygulamasının nasıl olacağına dair yeterli açıklama olmaması birçok soru doğuruyor. Yeni onaylanan üçüncü bir yasa da yurtdışından fon alan hükümet dışı örgütlerin “yabancı temsilci” olarak kayıt olmaları zorunluluğunu getiriyor.

Yine 2012’de Rusya, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı ve Birleşmiş Milletler çocuk ajansı UNICEF gibi uluslararası örgütleri ülkeden kovdu. Kasım ayında Putin vatan hainliğinin tanımını genişleten ve yabancılarla görüşen kişiler hakkında cezai kovuşturma yürütmesi için yetkililere kapsamlı yetki veren bir yasayı imzaladı. Sovyet döneminin KGB’sinin devamı niteliğindeki Federal Güvenlik Teşkilatı’nın teklifiyle geçen yasa, uluslararası medya kuruluşları için çalışan yerli gazeteciler için sorun yaratabilir.

Çin’de olduğu gibi Rusya makamları ulusal güvenliği bahane ederek basına baskı yapma eğilimindeler. Beijing’deki Olimpiyatlar sebebiyle güvenlik birimleri, protestocular ve muhalif ulusal gazetecilere büyük bir şevkle müdahale edebilmişti. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nden Worden “Aynısının kolaylıkla Rusya’da da olacağını göreceksiniz” dedi.

Olimpik Oyunlara ev sahipliği yapmanın, atletleri ve binlerce ziyaretçiyi korumak için yoğun güvenlik tedbiri almayı gerektirdiği doğrudur. Ama Rusya’da güvenliği arttırmaya yönelik meşru sebepler, sık sık şiddet içermeyen muhalif sesleri bastırmak için kullanılıyor. Bu özellikle, Soçi’nin yakınındaki birkaç Rus cumhuriyetinin bulunduğu Kuzey Kafkaslar için geçerli. Rusya’nın uzun süre ayrılıkçı bir hareketle savaştığı bu istikrarsız bölge, hem Kremlin destekli yerel yetkililer hem silahlı gerillaların sebep olduğu şiddet yüzünden rahat yüzü görmedi. Ukrayna ve Gürcistan’da ve son olarak da Arap dünyasında olduğu gibi, rejimi devirmeye yönelik bir halk ayaklanmalarından korkan güvenlik güçleri kamuoyunu şekillendirmek için çok çalıştı. Savaş bölgesindeki Makhaçkala merkezli Chernovik gazetesinin eski yazı işleri müdürü ve CPJ’nin Uluslararası Basın Özgürlüğü Ödülü’nün sahibi Nadira Isayeva, son aylarda Rusya yetkililerinin “İnterneti, Kuzey Kafkasları kaos içinde, hukuksuz bir bölge gibi resmeden sözde haber kaynaklarıyla doldurduklarını” söylüyor.

İsayeva “Böyle bir çerçevede, federal güçlerin Kafkaslardaki yapacağı her türlü şiddet fiiline gerekçe olarak, bunun tehlikeli ve şiddetli bir bölgede sükûneti sağlamak için gerekli bir tedbir olduğu öne sürülebilir” dedi.

İsayeva, aynı zamanda “Kuzey Kafkaslardaki bağımsız gazetecileri ve medya kuruluşlarını yalnızlaştırma ve ortadan kaldırma sürecinin de çoktan tamamlanmış olduğunu” belirtti. Çözülmemiş bir dizi gazeteci cinayeti, devlete ait olmayan basının içini boşalttı ve böylece, bölgede hükümetin veya gerillanın fiillerini izleyecek herhangi bir bağımsız gözlemci kalmadı. CPJ’in araştırması cinayet davalarının en az iki tanesinde şüphelerin Çeçen yönetiminde yoğunlaştığını gösteriyor.

Soçi’de özellikle kapsamlı Olimpiyat hazırlıkları çerçevesinde zorla tahliye ve yıkımlar, tesislerin inşaatında çalıştırılan işçilerin sömürülmesi ve büyük bir elektrik santrali kurulmasını protesto eden köylülerin tutuklanması gibi çeşitli ihlalleri rapor eden İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu meselelere dikkat çeken gazeteci ve aktivistlerin de saldırıya uğradıklarını söyledi.

IOC beyanlarında Soçi organizatörlerinin bu bağlamda tam bir basın özgürlüğü sağlayacaklarına dair iyimser olduklarını söylüyor. Adams CPJ’e “Soçi anlaşma belgesinde Olimpiyatlarda medya için mükemmel çalışma koşulları taahhüdünde bulunuyor” dedi. “Ayrıca Organizasyon Komitesi’nin medyayla açık diyalog halinde olacakları ve böylece ihtiyaçlarının, kendi tabirleriyle, ‘açıkça, dürüstçe ve hızla’ karşılanacağı sözünü veriyor.”

Bu sözler, Beijing’deki yakın tarihte yaşananlar dikkate alındığında, uluslararası düzeyde bir güven tesis etmeyecektir. Ama Worden, uluslararası Olimpiyat organizatörlerinin 2008’den bu yana bazı konularda duruşlarını önemli ölçüde değiştirmeye başladığını söyledi. İnsan Hakları İzleme Örgütü, IOC ve temel ulusal Olimpiyat komiteleri ve kurumsal sponsorlarla kurdukları istikrarlı ve uzun vadeli ilişkilerinin sonuç verdiğine inanıyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü, yakın dönemde Soçi konusunda etki etmek, uzun vadede de reform beklentisiyle Kopenhag’daki 2009 Olimpiyat Kongresi’ne katıldı. Worden’ın ifadesiyle ilk kez bir insan hakları örgütü bunu yapıyordu. Örgüt ayrıca Olimpiyat Oyunları ev sahibi adayları için insan hakları kriterleri belirleyecek ve gözlemleyecek daimi bir IOC insan hakları komitesi oluşturulması yönünde resmi bir öneri de sundu.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün önerisine -kısmen de olsa- cevap verilmesi iki yıl sürdü ama Eylül 2011’de IOC’nin yayınladığı bir dizi taahhüt arasında “IOC, Olimpik tesislerin inşası nedeniyle yerlerinden edilen kişilere kötü muamele, Olimpik tesis inşaatlarında çalışan göçmen işçilerin sömürülmesi, çocuk emeği kullanma; medyanın -kültürel boyutlar dâhil- Oyunlarla ilgili haber yapma özgürlüklerinin uygunsuz biçimde kısıtlanması gibi ağır ihlalerin meydana gelmesi durumunda… müdahale edeceği” de yer alıyor. Bir diğer taahhütte ise IOC’nin “resmi kaynaklardan gelen ‘meşru şikayetler’in doğru tespiti ve dikkate alınması için bir sistem oluşturacağı” belirtiliyor.

Worden IOC’nin “çok büyük gücü var” dedi. Ama bunu kullanması için ikna edilmesi gerekiyor. Hem “hükümetler, hem IOC’nin en çok, imajları zedelenme riskiyle karşı karşıya olduğunda duyarlı olduklarını” söyleyen Worden, “Medyanın rolü bu yüzden çok önemli – ‘ifşa etme’ yöntemini yaymakta medya çok etkili” dedi.


Ev sahibi ülkenin Olimpiyatları düzenlemekten büyük fayda sağlıyor; ekonomik girdi elde etmek ve ülkenin küresel itibarını yükseltmek gibi. Buna karşılık IOC’nin resmi rolü de standartları belirleme ve değerlendirme yapma sorumluluğunu. Bu bağlamda zaten bir sürü gerekliliğe tam olarak uyulması gerekiyor – bunların çoğu marka yönetimi, kurumsal sözleşmeler ve otel ve ulaşım ücretleri gibi ticari konular.

IOC’nin ev sahibi şehirlere bu çok özel şartları yerine getirme sorumluluğunu yükleyen ana mekanizması hukuki bağlayıcılığı olan bir sözleşme. 2012 Londra Olimpiyat Oyunları’nda bu sözleşme – ki, Birleşik Krallık’ta sıkı bir Bilgi Edinme Kanunu mücadelesi sonucu kamuoyuna açıklandı – 47 sayfalık, Londra’nın kapsamlı sorumluluklarının yanı sıra belli yükümlülükleri tüm detayıyla tarif eden uzun, teknik detaylarla dolu bir belgeydi. Ev sahibi şehir veya milli Olimpiyat komitesi şartnameye uymadığı takdirde IOC gelirlere el koymak gibi maddi yaptırımlar uygulama hakkına sahip.

Teknik kılavuzlar her birkaç yılda bir farklı şehir ve durumlara göre değiştirilir. Yazılı ve görsel basın için – 2001’de yazılmış ve 2005’te değiştirilmiş – hazırlanmış resmi teknik kılavuz 187 sayfa uzunluğunda. Basının konaklamasıyla ilgili detaylı talepler içeren kılavuzda, örneğin 24 saatlik yiyecek servisi süresince en az bir adet sıcak yemeğin daima hazır bulunması gerektiği yazıyor. Basın için ulaşımının ücretsiz olması ve tüm Olimpik basın merkezlerinde Wi-Fi bulunması şartını getiriyor. Bu kılavuz IOC’ye basın akreditasyonu konusunda tam yetki veriyor ve yerel basının erişimi konusunda özel bir jargon içeriyor.

Bazı teknik kılavuzlara karşılanması gereken süreli, belirli hedefler konuyor. Ayrıca, “sorumlu bir kurum olarak IOC, ev sahibi şehirlere ve sakinlerine tesisler, altyapı, çevre, uzmanlık ve deneyim bağlamında mümkün olan en iyi mirası bırakmayı sağlamaya çalışır” gibi, güvenceler vererek daha geniş sosyal hedeflere doğru da açılım yapıyor.

Ev sahibi sözleşmesi aracılığıyla, IOC zaten hem genel anlamda, hem detaylı, hem dolaylı hem açık ve net ifade edilmiş maddelerle ve hukuki bir yetki ile donanmış olarak müdahale ediyor. Sorun basının erişimi ve korunmasına müdahale edip etmeyeceği değil, nasıl edeceği. Sıcak yemek servisi güzel. Ama eksiksiz bir haber yapma özgürlüğü -Oyunlar veya herhangi önemli bir şey hakkında -, yerel gazetecilerinin çalışmaları yüzünden hapsedilip hapsedilmedikleri, İnternetin özgür olup olmadığı ve bağımsız medyanın yaşamasına izin verilip verilmediği gibi mevzularla ölçülebilir.

İstanbul, 2020 yaz Oyunlarına ev sahipliği için başvuru yapan Tokyo ve Madrid’le birlikte üç adaydan biri; IOC kazananı Eylül 2013’te ilan edecek. Komite potansiyel ev sahiplerinin basının Oyunları haber yapma özgürlüğünü garanti altına alıp alamayacağını değerlendirirken medyanın durumunu daha geniş bir bağlamda dikkate almazlarsa eksik bir değerlendirme yapmış olacaktır.

Türkiye son üç yıldır ceza kanununun ve terörle mücadele yasalarının muğlak bir dille kaleme alınmış maddelerini kullanarak, onlarca gazeteciyi hoşlanmadığı çalışmaları yüzünden hapse attı. 1 Aralık 2012 itibariyle 49 hapis gazeteciyle Türkiye, İran ve Çin’i geçerek dünyanın en çok gazetecinin hapiste tutulduğu ülke oldu. Acilen köklü bir reforma ihtiyacı olan yargı sistemi, birçok gazeteciyi aylarca ve hatta yıllarca yargılama yapmadan, haklarında resmi bir suçlamada bulunmadan, bir belirsizlik içinde hapis tutmaktadır.

Bu arada, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da muhalif medyaya karşı düşmanca bir tutum takınarak belli gazeteci ve kurumları alenen azarlıyor; yayın yönetmenleri ve patronlarına aynı fikirde olmadığı muhabir ve köşe yazarlarına çeki düzen vermeleri yönünde talimat veriyor, köşe yazarlarına hakaret davaları açıyor ve Türkiye silahlı kuvvetleriyle yasadışı Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında uzun süredir devam etmekte olan çatışma hakkında haber yasağı koyuyor.

Milliyet gazetesi köşe yazarı Aslı Aydıntaşbaş, CPJ’e Türkiye’nin ifade özgürlüğü bağlamında henüz Olimpiyat meselesini tartışmadığını söyledi. “Her ne kadar Türkiye’nin basın özgürlüğü karnesini dışa açılım çabaları ve kabul edilmesinde bir kriter olarak bağlantılandırılmasının önemli olduğunu düşünsem de, bu ilişki henüz kurulmadı.”

IOC’nin adaylara zor sorular sorma fırsatı olacak. Yakın tarihinde bakıldığında yetkililerin özgür basından rahatsız olduğu görülen İstanbul basın özgürlüğünün tam olarak kullanılabilmesini nasıl garanti altına alacak? Bu özgürlük ülke içindeki basının tamamı için geçerli olacak mı? Organizatörler, Olimpiyatlara akredite olmuş gazetecilerin, bilginin kısıtlanmadığı bir ortamda çalışmalarını sağlamak için ne gibi tedbirler alacak? Ve yetkililer Oyunlar sırasında alınması gereken güvenlik tedbirlerini sivil toplum üzerinde baskı yapmadan ve fikir alışverişini engellemeden nasıl yapmayı planlıyor?

Aydıntaşbaş meslektaşlarının “Türkiye’nin liderlerine, ifade özgürlüğünü engellemenin ve medyayı yeniden biçimlendirmeye çalışmanın Türkiye’ye bedelinin ağır olduğunu hatırlatacak her türlü dış müdahaleyi memnuniyetle karşılayacağını” söylüyor. “Bu durum demokrasimizin kalitesini düşürüyor ve yükseltmek için çok uğraştıkları ‘prestijlerinden’ çok şey alıp götürüyor.”


Olimpiyatlar hakkında çok sayıda yazısı olan Toronto Üniversitesi’nde kineziyoloji ve beden eğitimi profesörü Bruce Kidd, IOC’nin insan haklarını savunma konusundaki tereddüdünün biraz da oyunlarda çok farklı kültürlerin temsil edilmesinden kaynaklandığını söyledi. “[IOC] müdahalesinde seçici davrandı. Bir bütün olarak insan hakları için baskı yapma konusunda yavaş ve isteksiz. Bunun asıl sebebi, esas amacının dünyayı kültürlerarası barışçıl etkileşim için bir araya getirmek olması. Ve çıtayı çok yüksek tutarsanız tüm dünyayı bir araya getiremezsiniz.”

Kidd de bir Olimpik atletti. 1964 Tokyo Olimpiyatlarında uzun mesafe koşucusu olarak yarıştı ve Olimpik harekette aktif olarak varlığını sürdürdü. Kanada Olimpiyat Komitesi onursal üyesi olan Kidd, 2010 Vancouver Kış Olimpiyatları için teklifin hazırlanmasında da yer aldı. Buna rağmen, Olimpiyat görevlilerinin suç ortaklığı yaparken, Kidd Beijing’de insan haklarının ve atletlerin ifade özgürlüklerinin darbe aldığına inanıyor. “Olimpik hareketle işbirliği yapan biri olarak çok utandım” dedi.

Müdahale etmeme ilkesini savunmasına rağmen, Kidd tarihi olarak IOC’nin baskı yapıldığında müdahale ettiğini ve bazen bunun büyük etkisi olduğunu söyledi. Apartheid karşıtı uluslararası hareketin IOC’yi – önceleri tereddütlü, ardından daha güçlü bir şekilde harekete geçmeye zorladığını ve IOC’nin Güney Afrika Milli Olimpiyat Komitesi’ni azlederek, Olimpiyat üyelerinin sporculara -kendi topraklarında bile- ırk ayrımcılığı yapmasını engellediğini hatırlattı.

Daha yakın bir dönemde IOC yaptığı açıklamalarla oyunlara katılacak üyelerini sahaya kadın atletler çıkarmaya zorladı ve Londra 2012 oyunlarında her milli takımın bunu yapmış olmasından kendine pay biçti. Ama bu tutum ilk önce dışarıdan gelen, büyük mücadeleler sonucu elde edilmiş bir kazanımdı. Atlanta Plus adlı feminist örgüt 35 milli Olimpik takımda hiç kadının bulunmadığı 1990’lı yılların ortalarında, bu talebi ilk dile getirdiklerinde destekçileri çok azdı.

Kidd temel bir hak olan ifade özgürlüğü konusunda daha güçlü ve istikrarlı bir tutum alınmasının IOC’nin konumunu zayıflatmayacağını, aksine bunu güçlendireceğini söyledi. Modern Olimpiyat oyunlarının başlamasının üstünden yüzyıldan fazla zaman geçtikten sonra, dünyayı aynı çatı altında buluşturma hedefine ulaşıldığını savunuyor. Bugün Olimpiyatlara 200 üstünde ülke katılıyor ve tüm dünya BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni destekliyor.

Kidd, “Madem ki şimdi hepimiz aynı çatı altındayız, çıtayı yavaş yavaş yükseltelim. Bunu yapmanın bir yolu da bilginin en özgür ve adil biçimde paylaşılmasını sağlamaktır” dedi.


New York’ta yaşayan Kristin Jones CPJ’nin 2007 yılında yayınladığı Falling Short: As the 2008 Olympics Approach, China Falters on Press Freedom (2008 Olimpiyatları yaklaşırken Çin Basın Özgürlüğü Konusunda Bocalıyor) başlıklı özel raporun başyazarı. Nina Ognianova CPJ’nin Avrupa ve Orta Asya program koordinatörü ve CPJ’nin Türkiye’nin Basın Özgürlüğü Krizi: Gazetecilerin Hapsedildiği ve Muhalefetin Suç Sayıldığı Karanlık Günler başlıklı özel raporunun başyazarı. Ognianova 2012’de üç ay boyunca Moskova’dan bilgi geçti.

Exit mobile version