Ek II Hükümetten Tepkiler
CPJ, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’den rapor hakkında yorum yapmalarını istedi. CPJ Avrupa ve Orta Asya Program Koordinatörü Nina Ognianova tarafından yazıyla iletilen bu isteğe Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve ABD Büyükelçisi Namık Tan’dan cevap geldi. Başbakan’ın kendisi ise doğrudan yanıt vermedi. Hükümetten gelen mektupların tam metnini aşağıda sunuyoruz.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin
Ankara, 10 Temmuz 2012
Nina Ognianova
Gazetecileri Koruma Komitesi
Avrupa ve Orta Asya Program Koordinatörü
Sayın Ognianova,
Düşünce ve ifade özgürlüğünün günümüzün demokratik sistemlerine dayanak sağlayan temel bir meşruiyet kaynağı olduğu konusunda hemfikiriz. Aynı zamanda, çoğulcu demokratik toplumun oluşumunda kilit rol oynayan basın mensuplarının mesleki faaliyetlerini özgürce ve korkusuzca sürdürmelerinin önemini kabul etmekteyiz.
Türkiye’nin liberal ve demokratik karakterini güçlendirme azminde olan Türk Hükümeti, temel hak ve özgürlüklerin yasalarla en geniş anlamda korunması hususunda güçlü bir siyasi iradeye sahiptir. Temel hak ve özgürlüklere dair uluslararası sözleşmelerin ulusal mevzuat üstündeki egemenliğinin 2004 yılında gerçekleştirilen Anayasa değişikliği ile kabulü bu siyasi iradenin en önemli yansımasıdır. Hemen hemen her ülkede karşılaşılabilecek zorluklar ve siyasi direnç göz önüne alındığında reform çabalarımız, makul sayılabilecek dönemsel birkaç ivme kaybı dışında sürdürülebilir bir şekilde devam etmiştir.
Bu kısa mektupta tüm ayrıntılarıyla belirtemeyecek olmaktan üzüntü duyarak, Türk Hükümetleri’nin geçtiğimiz 10 yıl içerisinde demokratik standartları iyileştirmek adına birçok reformu başarıyla gerçekleştirdiğini söyleyebilirim. Art arda sunulan reform paketleri bir yandan Türkiye’de yargısal işleyişe etkinlik getirecek, diğer yandan temel hak ve özgürlükler hususunda daha güçlü bir teminat sağlayacak önemler içermektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kısa bir süre önce kabul edilen 3. Yargı Reform Paketi ile basın aracılığıyla işlenen suçlar hakkındaki cezalar ve davalar askıya alınmış; daha önce eleştiri konusu olan adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs ve soruşturmanın gizliliğini ihlal gibi özellikle basın mensupları için endişe kaynağı olan suçlar tekrar ele alınıp öğeleri açıklığa kavuşturulmuştur.
Terörle Mücadele Yasası’nın birçok hükmü, özellikle yayın durdurma önleminin kaldırılmasına dair olan hüküm, bu kanunla tekrar gözden geçirilmiştir. Ayrıca, çalışma yöntemleri tartışma yaratıp bazı makul eleştirilere konu olan özel yetkili mahkemeler, bu reform paketi kapsamından yeniden düzenlendi.
Yukarıda sözü edilen bulgulara rağmen Türkiye’deki temel özgürlük çerçevesinin şu an tartışma ve eleştiri konusu olmasını demokratik standartların geliştirilmesine dair muazzam bir sosyal isteğe bağlıyor ve bunu kesinlikle anlamlı buluyorum. Ancak basın ve ifade özgürlüğü kapsamındaki tartışmaların abartıldığını ve özellikle hapisteki gazeteciler konusunun gerçekçi olmayan rakamlarla kullanışlı bir siyasi argümana dönüştürüldüğünü ortaya koymak isterim. Değişik forumlarca eşzamanlı olarak çok farklı ve tutarsız rakamlar açıklanması da konunun spekülatif yönünün göstergesi olmaktadır.
Demokratik refahımızın en önemli unsuru olan siyasi muhalefete saygı duymakla birlikte siyasi çıkarlar adına gerçeklere kayıtsız kalmanın süregelen tartışmaya hiçbir katkıda bulunmayacağını düşünüyorum. Bu nedenle Türk Hükümeti’nin konu hakkındaki bakış açısını sunmasına olanak sağlayan mektubunuz ve değerli sorularınız için memnuniyetimi bilhassa ifade etmek isterim.
Sayın Ognianova,
Öncelikle, yargı istatistiklerinde hakkında soruşturma açılan veya yargılanan kişilerin mesleklerine dair herhangi bir sınıflandırma yapılmadığını ve bu nedenle tutuklu veya hükümlü gazetecilerle ilgili herhangi resmi bir liste olmadığını vurgulamak isterim. Bu da bağımsız ve tarafsız yargı yetkilileri tarafından yürütülen soruşturma ve davaların zanlıların konum ve ünvanlarına değil amellerinin niteliklerine dayanmasının doğal bir sonucudur.
Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanı olarak uygulamadaki bazı sorunların varlığını inkar etmeksizin tereddütsüzce vurgulamak istediğim gerçek şu ki salt habercilik faaliyetleri soruşturma yürüten yetkililerin ilgi alanı dahilinde değildir. Tutuklu veya hükümlü gazeteciler mesleki faaliyetlerinden ötürü değil cezai eylemleri nedeniyle bazı önlem ve yaptırımlara tabi olmuşlardır.
Örneğin, halen terör örgütü mensubu olmak suçuyla yargılanan bir gazetecinin geçen yıl Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptığı bir başvuruda, Mahkeme de bu gerçeği teyit etmiştir. Ayrıntılarına yargı no 15869/09 ile ulaşılabilen bu başvuruda, mektubunuzda bahsettiğiniz iddialara bağlı olarak ileri sürülen “makul bir sebep olmadan hürriyetinden mahrum bırakılma” ve “makul sürede yargılanmama” ile ilgili şikayetler açıkça asılsız olmaları nedeniyle net bir şekilde reddedildi.
Türkiye’de faaliyet gösteren “Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu” tarafından 5 Mayıs 2012 tarihinde yayımlanan 91 kişinin listesine dayanarak yaptığımız tahlil esnasında ulaştığımız sonuçları kısaca paylaşmak istiyorum:
Listedeki dört (4) kişinin herhangi bir cezaevine giriş kaydı bulunmuyor. Geriye kalanlardan yirmi dört (24) kişi hükümlü ve altmış üç (63) kişi gözaltında olup tüm rakam içerisinde (91) sadece altı (6) kişi basın kartı sahibi. Listede yer alıp ciddi suçlardan hükümlü veya yargılanmakta olan gazetecilerden hiçbirinin salt gazetecilik faaliyetleri nedeniyle suçlanmadığını özellikle belirtmek isterim.
Ülkemizde hapiste bulunanların arasında, gazetecilik kimlikleri ile alakalı gösterilmeye çalışılanların çoğu silahlı terör örgütü üyesi olmak, adam kaçırmak, ruhsatsız silah ve patlayıcı bulundurmak, bombalama eylemlerine katılmak ve cinayet gibi ciddi suçlar nedeniyle hürriyetlerini kaybetmişlerdir. Bu kişiler arasında hırsızlık, silahlı soygun ve sahtecilik gibi yüz kızartıcı suçlardan dolayı hüküm giymiş olanlar da mevcuttur.
Basın ve ifade özgürlüğü ile doğrudan ve dolaylı olarak ilgisi olmayan bu tarz hareketlere dünyada musamaha gösterecek bir hukuk modeli olduğunu sanmıyorum. Hukukun üstünlüğünün suç işlemede ayrıcalıklı zümreler oluşturmaktan apayrı olduğu çok açıktır.
Suç teşkil eden fiiller, özellikle de terör eylemleri toplulukların bir arada yaşama koşullarına karşı önemli bir tehdit teşkil etmektedir. Bu tehdite boyun eğen toplulukların, basın ve ifade özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlüklerin ayakta kalabileceği demokratik platformu koruyabileceğini kesinlikle sanmıyoruz.
Kitlesel etkisi birbirinden uzak siyasi coğrafyalarda görülen terörizm son 30 yılda Türkiye’nin sıcak gündeminde olup on binlerce masum insanın hayatına mal olmuştur. Ülke, terör örgütleri dışında Türkiye’nin Asya ve Avrupa arasında geçit olması nedeniyle bu avantajdan yararlanmak isteyen uyuşturucu kaçakçıları ve sınırötesi suç örgütlerine karşı da kararlı bir savaş vermektedir. En büyük arzumuz bu mücadeleyi hukukun üstünlüğü ilkesine dayanarak temel haklara saygı çerçevesinde yürütmektir.
Bu noktada, Türkiye’de özel yetkili mahkemelerin varlığından yola çıkarak bahsettiğiniz “çift taraflı yargı sistemi” tanımına karşı çıkmak durumundayım. Türk yargı sisteminin tek bir tarafta olduğunun, bunun da temel hak ve özgürlükler ekseninde halkın barış ve güvenliğini sağlamak olduğunun özellikle altını çizmek isterim.
Terör ve organize suçlar gibi doğası gereği zor ve karmaşık olan suçların özel araştırma yöntemlerine tabi olması ve kovuşturmaların özel mahkemelerce yürütülmesi dünya çapında geçerliliği kabul edilmiş bir uygulamadır. Kıta Avrupası Hukuk Sistemi’nde, başta Fransa ve Almanya olmak üzere birçok ülkede bu tür suçlarla etkin bir şekilde mücadele etmek için yasal kovuşturmalara uzmanlık getirip kanunlarına birçok düzenleme dahil ettiler. Türkiye’deki tüm mahkemeler aynı yöntemsel kurallara göre işleyip aynı yargı gözetleme mekanizmasına tabidir.
Sayın Ognianova,
Bunları aktarırken çok az sayıda basın mensubunun nispeten gazetecilik ile ilgili olabilecek faaliyetleri nedeniyle geçmişte hürriyetlerinden mahrum kalmış olabileceğini inkar etmiyorum. Hükümet olarak biz gazeteci ya da değil, tek bir kişinin bile düşünce ve ifadelerinden dolayı mağdur olmasını istememekteyiz.
Gazetecilerde hassasiyet yaratan yön, gazetecilik faaliyetleriyle iç içe geçmiş terör örgütü propagandası suçu hakkında açılan soruşturma ve davalarda ortaya çıkmaktadır.
Türkiye, terör propagandası ve şiddetin övülmesini engellemekle ifade özgürlüğünü arttırmak ihtiyacı arasında denge bulmaya çabalamaktadır. Bu dengeyi bulmaktaki güçlüğü aktarabilmek adına size şu hassas soruyu sorma ihtiyacı duyuyorum: Bir terör örgütünün eylemleri için talimatlarını açıkça ya da üstü kapalı olarak yayınlayabildiği, örgütsel öğretisini kitlelere yayıp şiddeti nefret dolu bir üslupla övebildiği bir gazetecilik fikrine dünya çapında herhangi bir ülkede hoşgörünün sınırı nedir? Bu soruya verilecek samimi cevap özgürlüklerimizin sınırlarını, yani özgürlüklerimizin nerede başlayıp nerede bittiğini gösterecektir.
Son olarak, mektubunuzda bahsettiğiniz “yüz üzerinde hapis gazeteci”ye dair bir liste yollamanız durumunda ayrıntılı bir değerlendirme ve tahlil yapıp sonuçlarını sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyacağımı iletmek isterim.
İlginize teşekkür eder, en iyi dileklerimi sunarım.
Saygılarımla,
Sadullah Ergin
Adalet Bakanı
Büyükelçi Namık Tan’dan
29 Haziran 2012
Sandra Mims Rowe
Başkan
Gazetecileri Koruma Komitesi
Sayın Başkan,
Gazetecileri Koruma Komitesi’nin Eylül ayında yayımlamayı öngördüğü Türkiye’de basın özgürlüğü konulu rapora ilişkin olarak, Avrupa ve Orta Asya Program Koordinatörünüz Nina Ognianova tarafından imzalanmış, Sayın Başbakanımızı ve Sayın Adalet Bakanımızı muhatap mektupları almış bulunmaktayız. Bu münasebetle, konunun esası hakkındaki görüşlerimizi iletme ve kuruluşunuzu bilgilendirme olanağı sunduğunuz için teşekkürlerimi iletmek isterim.
İfade ve basın özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerle birlikte, T.C. Anayasası ve ilgili mevzuatın güvencesi altında bulunmaktadır. Öte yandan, Türkiye, ulusal hukukunu -Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından ve AB Kopenhag Siyasi Kriterleri bağlamında belirlenenler başta olmak üzere- uluslararası standart ve ilkelerle daha uyumlu hale getirmek için kapsamlı yargı reformları gerçekleştirmiş ve gerçekleştirmeye devam etmektedir.
Yapılan reform çalışmaları kapsamında, 2005 yılında, ifade ve basın özgürlüğü konularında daha demokratik bir yaklaşım öngören yeni Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girmiştir. Yine, 2008 yılında, Türk Ceza Kanunu’nun yoğun eleştirilere maruz kalan 301. maddesi, anılan maddenin yorumundan kaynaklanan bazı sorunların giderilmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından değiştirilmiştir. Bu değişiklik, sözkonusu maddeye dayanılarak açılan dava sayısının kayda değer surette (% 97.3 oranında) azalmasını sağlamıştır.
Türkiye, ayrıca, ifade ve basın özgürlüğü konularında, Avrupa Konseyi ve AB dahil muhtelif uluslararası kuruluş ve mekanizmalarla işbirliği yapmakta ve -son dönemde tutuklanan gazetecilere ilişkin davalar da dahil olmak üzere- sözkonusu kuruluşların konuya ilişkin görüşlerini dikkatle ele almaktadır. Bu çerçevede, 2011 yılı sonunda ülkemizi ziyaret eden AGİT Medya Özgürlüğü Temsilcisi ile tesis edilmiş olan diyalog da kesintisiz şekilde sürdürülmektedir.
Bu münasebetle, yukarıda bahsi geçen davalar bağlamında, iddia edilenin aksine, “tutuklu gazeteciler” olarak nitelendirilen kişilerin büyük çoğunluğunun, gazeteci ya da basın kuruluşu mensubu sıfatıyla gerçekleştirdikleri faaliyetlerle ilgili olarak değil, devletin birlik ve güvenliğini ilgilendiren, yasadışı veya silahlı terör örgütü üyesi olmak ya da bu nevi örgütleri desteklemek gibi suçlarla itham edildikleri hususunu vurgulamak isterim.
İlgili makamlarca sunulan bilgiler uyarınca, sözkonusu gazeteciler somut deliller çerçevesinde tutuklu bulunmaktadır. Öte yandan, tüm demokratik devletler gibi, Türk devletinin ceza sistemi de, sanıkların suçlu bulununcaya kadar suçsuz kabul edilmelerini şart koşmaktadır. Söz konusu masumiyet karinesi, bahsekonu gazeteciler için de tabiatıyla geçerlidir.
Bu itibarla, anılan kişiler hakkında bağımsız Türk mahkemelerince verilmiş tutuklama kararlarının basın özgürlüğü ihlali olarak nitelendirilmesini haksız ve yanlış bulmaktayız.
İnsan hakları ve temel özgürlüklerin tam manasıyla kullanılmasının temini mevzu bahis olduğunda, diğer birçok demokratik ülke gibi, Türkiye’nin de atması gereken adımlar bulunmaktadır. Bu sorumluluğun bilincinde olarak Türkiye, yakın işbirliği içinde bulunduğu uluslararası kuruluşların ortaya koyduğu standartları da dikkate alarak, mevzuatını sürekli olarak geliştirmeye gayret etmektedir.
Nitekim bu kapsamda, içinde bulunduğumuz yılın Ocak ayında, Sayın Adalet Bakanımız, ifade ve basın özgürlüğünü de genişleten yeni bir yargı reformu paketi açıklamıştır. Söz konusu paket, halihazırda görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’na sevk edilmiş bulunmaktadır.
Henüz yasalaşma sürecinde bulunan yargı paketi, Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Basın Kanunu, Danıştay Kanunu, Hakimler ve Savcılar Kanunu ve Kabahatler Kanunu gibi temel kanunlarda değişiklikler öngörmektedir. Sözkonusu paket, yargının etkililiğinin artmasına, yargılama ve tutukluluk sürelerinin uzunluğu konusunda gelişme kaydedilmesine, ifade ve basın özgürlüğünün daha kapsamlı şekilde korunmasına hizmet edecektir.
Hazırlanan tasarıdaki en önemli unsurlardan biri, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup, adli para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yürütülen soruşturma ve kovuşturmaların ve kesinleşmiş mahkumiyet kararlarının infazının ertelenmesini öngörmesidir. Basınla bağlantılı suçlar için bir nevi af niteliği taşıyacak sözkonusu düzenleme, gazetecileri ilgilendiren önemli sayıda davayı da etkileyecektir.
Yeni yargı reformu paketi, tutuklama yerine başvurulabilecek adli kontrol tedbirinin kapsamını genişletmektedir. Bahsekonu paket ayrıca, suç işlendiği yönünde kuvvetli şüphenin varlığını ortaya koyan somut deliller bulunmaksızın tutuklama kararı verilmesini zorlaştırmakta ve mahkemelere, diğer koruma tedbirleri yerine tutuklama kararı verilmesinin sebebini açık ve gerekçeli olarak açıklama yükümlülüğü getirmektedir.
Söz konusu kanun tasarısı, özel yetkili savcılar tarafından yürütülen soruşturmalarda sanıkların savunma haklarını güçlendirecek, “terör örgütü propagandası yapmak” suçunun kapsamını sınırlandıracak ve mensubu olmadığı halde bir organize suç örgütü veya terör örgütü adına suç işlemekten hüküm giymiş kişilere verilecek cezaları azaltacaktır. Kanun tasarısı, aynı zamanda, hakimlere terör örgütlerini öven veya terör örgütü propagandası barındıran yayınları durdurma yetkisi veren bir takım düzenlemelerle, terör suçlarında cezaların ertelenmesini ve seçenek yaptırımlara çevrilmesini yasaklayan düzenlemeyi yürürlükten kaldıracaktır.
Yine reform paketi çerçevesinde, “soruşturmanın gizliliğini ihlal” suçunun kapsamı daraltılacak ve Türk Ceza Kanunu’nun basın yoluyla işlenmeleri halinde belirli suçlar için verilecek cezaların artırılmasını öngören hükümleri yürürlükten kaldırılacaktır.
Kabul edildiği takdirde, sözkonusu yasa tasarısının yaklaşık iki milyon ceza davasını etkileyeceğini ve bu davalardan yaklaşık bin beş yüzünün düşmesini sonuçlayacağını da özel olarak belirtmek isterim.
Yukarıdaki bilgilerden açıkça görülebileceği üzere, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğünün kapsamını genişletmeye kararlıdır. Temel özgürlüklerin teminat altına alınmasının demokrasimiz için hayati önem taşıdığına güçlü bir şekilde inanmaktayız. Bu husus, Türkiye’nin bölgemizde bulunan ve büyük bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçmekte olan ülkeler açısından örnek teşkil ediyor olması bağlamında bilhassa önem arz etmektedir.
Raporunuzun, Türkiye’de basın özgürlüğünün genel durumunu tarafsız bir yaklaşımla yansıtacak ve Hükümetimizin mevzu bahis konularda en yüksek standartların yakalanabilmesini teminen atmakta olduğu adımları da içerecek şekilde hazırlanmasını umduğumuzu ayrıca ifade etmek isterim.
Saygılarımla,
Namık Tan
(Fotoğraf: Reuters)