Türkiye’nin Basın Özgürlüğü Krizi

Devlete Karşı İşlenen Suçların Yargılanması

Gazeteci Ahmet Şık kendini daha baskısı bile yapılmamış bir kitap yazdığı için hapiste buldu. İmamın Ordusu mevzuu o kadar tesir-liydi ki, Başbakan Erdoğan kitabı bombaya benzetti. Şık, modern Türkiye siyasetinin en nüfuzlu ve hakkında en az şey yazılmış güçlerinden birine, Gülen hareketine burnunu gereğinden fazla sokuyordu.

CPJ’nin görüştüğü Şık, Mart 2011’de Ergenekon komplosunda yer aldığı suçlamasıyla gözaltına alınması hakkında “Kitaba yeni bir şeyler koymaya fırsat bulamadan gözaltına alındım,” dedi. Şık, ABD’de yaşayan Fethullah Gülen yönetimindeki İslami hareketin Türkiye’nin güçlü polis ve yargı sistemine sızdığına ve Erdoğan yönetimi üzerinde giderek artan bir etkiye sahip olduğuna dair iddiaları destekleyecek kanıtlar peşindeydi. Erdoğan 2003’ten beri neo-liberal, kökleri İslam’a uzanan, toplumsal muhafazakâr Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) başında, başbakanlık görevini sürdürüyor.

Şık, “Kitapta daha fazla belge olacaktı ama takip ediliyordum, yeni ulaştığım kaynaklar izleniyor, dinleniyordu… Bu belgelerin kitabımda olmasını istemedikleri için tutuklandım” dedi.

Hrant Dİnk İçİn
Adalet yok

Şık, 18. Ergenekon dalgasında alınıp götürülenlerdendi. Ergenekon’un ulusalcı, laik, askeri subaylar ve memurlardan oluşan ve hükümeti devirmeyi planlayan bir yasadışı örgüt olduğu iddia ediliyor. Şık’ın gözaltına alınması özellikle ilginç, çünkü o, bu komplonun gerçek boyutlarını ortaya çıkarmaya çalışan bir avuç gazeteci ve yazardan biri. Şık ayrıca meslek hayatının büyük bir bölümünü, Türkiye’nin siyasi yaşamında “derin devletin rolü” hakkında yazmakla geçirmiş birisi. Derin devlet, Türkiye modern cumhuriyetinin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün laik mirasını onyıllarca savunmuş aşırı milliyetçi askeri ve sivil idari kurumların oluşturduğu karanlık bir şebeke.

Polis Şık’la birlikte bir başka tanınmış araştırmacı – gazeteci ve yazar olan Nedim Şener’i de gözaltına aldı. O da ilk önce Özel Yetkili Savcı Zekeriya Öz ve polis şefi Ali Fuat Yılmazer tarafından, Ergenekon üyesi olmakla suçlandı. Gözaltına alınmaları gerek yurt içinde, gerekse yurtdışında büyük bir tepkiye yol açtı. Daha önce başta Kürtler olmak üzere onlarca gazeteci hapsedilmişti; ama Şık ve Şener’in şöhreti, birçoklarının hükümetin bağımsız medyaya karşı artan düşmanlığı olarak tanımladığı şeye karşı muhalefetin yükselmesine sebep oldu. Büyük bir olumsuz kampanya sürerken, savcı Öz, Ergenekon davasından alındı ve kısa bir süre sonra da polis şefi Yılmazer başka bir yere nakledildi.

Yoğun uluslararası ilgiye rağmen, Şık ve Şener, davalarının ilk duruşmaları görülürken hapisteydiler. 12 aydan uzun bir süre tutuklu kaldılar; 2012 ortalarında suçlamalar hala kaldırılmamıştı ve daha fazla hapis yatma ihtimalleri bulunuyordu. Gözaltına alınmaları hükümetin, AK Parti ve Gülen cemaatini şiddetle eleştiren internet haber kuruluşu Odatv‘nin bürolarını basmasından haftalar sonra gerçekleşti. Odatv muhabirlerinin Ergenekon komplosuna karışmakla suçlanıp gözaltına alınmalarıyla sonuçlanan baskın, aynı zamanda bu aşırı milliyetçi haber kuruluşu ile iki araştırmacı gazeteci arasında imkansız bir bağlantı da uydurdu.

Polisin iddiasına göre İmamın Ordusu‘nun dijital kopyası, Odatv‘nin bilgisayarında bulunmuştu. Şık’ın avukatı Tora Pekin, müvekkilinin, kitabı Odatv çalışanlarının talimatıyla, Ergenekon komplosunun amaçlarının hayata geçmesini sağlamak için yazmakla suçlandığını söyledi. Yetkililer ayrıca, Şener’in Şık’a kitap konusunda yardım ettiğini söyleyen bir dijital belge bulduklarını da iddia ettiler. Bu belgede ayrıca Şener’in; 2010 yılında, Gülen cemaatinin polise sızdığını iddia eden bir kitap yazan eski polis şefi Hanefi Avcı’ya da yardım ettiği söyleniyor.

Pekin, CPJ’ye nihayet iddianame Ağustos 2011’de açıklandığında, Şık ve Şener’e isnat edilen suçların Ergenekon üyeliğinden, örgüte “yardım ve yataklığa” düştüğünü söyledi. Şık ve Şener, Odatv davasında yargılanan 12 gazetecinin arasındaydı. Diğerleri Ergenekon üyesi olmaktan, şiddete tahrik etmeye kadar çeşitli suçlarla yargılanıyordu. Dava, terör ve isyan gibi davalara bakan “özel yetkili mahkeme” tarafından görülüyor. Savunma avukatları Şık’ın kitabının ve diğer dijital belgelerin haber portalının bilgisayarlarına yetkililer için çalışan hacker’lar tarafından yerleştirildiğini iddia ediyorlar. Savunma tarafından tutulan uzmanlar, Odatv bilgisayarlarının Truva atlarıyla dolu olduğu ve bunun da bilgisayarları dışarıdan müdahaleye açık hale getirdiği sonucuna vardı. Uzmanlar ayrıca belgelerin üstünde, polisin Odatv‘ye baskın yaptığı gün oynandığını ortaya çıkardı ki bu da bir komplo kurulmuş olma olasılığını arttırıyor.

Sol görüşlü olan Şık, savcılığın kendisini Odatv gibi görüşünün kendisinkilerle taban tabana zıt olan bir kurumun talimatıyla çalışmakla suçlamasının komik olduğunu söylüyor. “Odatv ile editoryal ve etik konularda sorunlarım var ama neden hapisteler? [Gülen] cemaatiyle ilgili yazdıkları için” diyen Şık, kitabı Ergenekon komplosunun bir parçası olarak yazdığını ve Şener’den yardım aldığını kabul etmiyor.

Ergenekon soruşturması, askeri bir darbe olasılığına karşı ilk açıldığı zamandan bu yana çok yol aldı ve şu anda kocaman bir canavara dönüştü. Bu canavarın kolları, aralarında gazetecilerin ve hükümete muhalif isimlerin de yer aldığı 400’den fazla sanığı kapsıyor. Hükümetin teorisine göre komplocular haber medyasını kullanarak askeri darbeye elverişli siyasi ve sosyal bir kaos ortamı yaratacaktı. (Aralarında bu rapor için görüştüklerimizin de bulunduğu bazı gazeteci ve analistler, Hrant Dink’in 2007’de öldürülmesinin de bu planın parçası olduğuna inandıklarını söyledi. Plana göre Dink gibi gayri Müslümler de dahil, halkın yakından tanıdığı isimler vesilesiyle siyasi ve ayrılıkçı bir karmaşa yaratılacaktı. Ne var ki savcılık bu teoriyi destekler nitelikte deliller sunmadı.)

İlk başlarda Ergenekon soruşturmasını seçimle başa gelmiş hükümetin “derin devlete” karşı mücadelesi olarak gören birçok sıradan Türk, bu davayı memnuni­yetle destekliyordu. Fransa’daki Strasburg Üniversitesi Savunma ve Stratejik Çalışmalar Merkezi’nden siyasi analist Maya Arakon, “Bu davayla birlikte ordu ilk defa yargılanıyor ve hatta hapsediliyordu. Bundan önce orduya kimse dokunamazdı” dedi. Ama soruşturmanın halk tarafından benimsenmesinin her yeni gözaltı dalgasıyla yerini şüpheye bıraktığını söyleyen Arakon, “Birinci ve ikinci gözaltı dalgasında tamam dedik. Ama 13., 14. dalga olunca kendimize şu soruyu sorduk: Çete gerçekten bu kadar büyük mü yoksa bütün siyasi muhaliflerden de kurtulmak için bahane mi?” dedi.

Şık bu sorunun cevabının bariz olduğunu söylüyor: “Sanıklar arasında benim de suçlu olduğuna inandığım birçok kişi var ama bunlar esas suçlarından dolayı yargılanmıyor. Bu siyasi bir hesaplaşma. Eğer gerçekten doğru dürüst bir Ergenekon soruşturması olsaydı, bu demokratikleşmeye yardımcı olurdu; ama şu an olan bu değil.”

Şener ise bu oluşumla bağlantısı olmakla suçlanmasının sebebinin Dink cinayetini araştırması olduğuna inanıyor. Şener 2010 yılında Dink cinayetinde MİT, polis ve jandarmanın dahli olduğunu iddia ettiği bir kitapta gizli belgeleri yayınlamak suçuyla yargılandı ve beraat etti.

“Hrant Dink cinayetinden sorumlu olan polis memurları Ergenekon soruşturmasını da yürütüyor; bunlar Fethullah Gülen hareketinden. Kitapta yazdığım şeyler yüzünden beni yürüttükleri bu operasyona dahil ettiler” diyen Şener, Şık ve Hanefi Avcı’ya kitapları için yardım ettiği iddiaları içinse şöyle yorum yaptı: “İlk defa yazmadığım ve yazılmasına yardım etmediğim kitaplar yüzünden tutuklandım.”

Yazdıkları haberler yüzünden gözaltına alınmak ya da taciz edilmek başta Kürt ve solcu gazeteciler için yeni bir şey değil. Ama şimdi tüm bağımsız gazeteciler medyanın kendilerini eleştirmesine tahammülü olmayan AK Parti iktidarından, ifade özgürlüğünü kısıtlamak için varolan bir sürü yasayla donanmış aşırı milliyetçi savcılara, hükümete meydan okuyarak medya organları dışındaki şirketlerinin çıkarlarını riske atmak istemeyen medya patronlarına kadar birçok cepheden saldırı altında.

Şık’a göre “En büyük sorun Türk Ceza Kanunu. Türkiye’de ifade özgürlüğünü kısıtlayan yaklaşık 30 madde var.” Gerçekten de Şık hakkında Temmuz 2012’de “hakim ve savcıları tehdit etmek ve onları terör örgütlerinin hedefi haline getirmek” suçlarından yeni bir iddianame kabul edildi. Suçu? Onu ve diğer gazetecileri haksız yere yargılayanların hapse girmeyi hakettiklerini söyleyerek kamu görevlilerini alenen eleştirmek.

Bugün Türkiye’de doğruları dile getirdiğine inananlar aynı zamanda kendilerini Terörle Mücadele Kanunu’nu ihlal etmiş halde bulabilirler. Bu kanun, Kürt isyanının çok şiddetli olduğu 1991 yılında çıkarılmıştı. AK Parti hükümeti ilk iktidar döneminde Avrupa Birliği üyelik kriterleri kapsamında bazı yargı reformları gerçekleştirmişti. Ancak AB üyelik süreci fiili olarak duraklayınca devletin medyaya karşı kullanacağı kanun cephaneliğinde pek de bir azalma olmadı. Baskıcı Terörle Mücadele Kanunu’yla çok sayıda Kürt gazeteciyi taciz etmeye devam etmenin yanı sıra, her tür siyasi görüşten savcılar AK Parti iktidarı sırasında, gerek yönetim gerekse “derin devlet” aleyhine haber yapılmasını önlemek için, Kürt olmayan gazeteciler hakkında da binlerce dava açtılar.

Ceza Kanunu’nun en fazla kullanılan bazı maddeleri tam da haber yapmak için gerekli şeylerin önünü kesiyor: güvenlik gücü mensuplarıyla konuşmak ve belge elde etmek gibi. Bu maddeler arasında gizliliğin ihlali ile ilgili suçları düzenleyen 285. Madde ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçuyla ilgili 288. Madde bulunuyor. Bu suçların bazıları hapis cezası öngörüyor, ama esas amaç, gazetecileri hapsetmekten çok onları sindirerek oto-sansürü benimsemelerini sağlamak.

Haklarında dava açıldığı zaman gazeteciler avukat tutmak ve -bazen aynı gün iki defa- duruşmalara katılmak zorunda. Genellikle hükümeti destekleyen bir gazete olarak algılanan Zaman gazetesi muhabiri Hanım Büşra Erdal “2008 yılından beri hakkımda 75 dava açıldı. Yaklaşık yarısından beraat ettim” dedi. Erdal hakındaki diğer davalar hala devam ediyor; tehlikeli Ergenekon davasını ve Balyoz olarak bilinen diğer hükümet karşıtı komplo davasını takip eden bir muhabir için oldukça sorunlu bir durum bu. Balyoz davasında yaklaşık 200 muvazzaf ve emekli askeri subay, 2003 yılında planlanan bir komployla bağlantılı olarak yargılanıyor. 2010 yılında medya, çetenin darbeye zemin hazırlamak için bir bombalama kampanyası planladığı iddiasını ortaya çıkardı. (Üst düzey yetkililerin yanı sıra sanıklar da “komplo”nun bir seminer ve savaş senaryosu taktiğinden başka bir şey olmadığını söyledi. Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve kara, hava ve deniz kuvvet komutanları Balyoz soruşturmalarını protesto etmek için beklenmedik bir biçimde Temmuz 2011’de istifa etti.)

Balyoz gibi hassas bir davayı haber yapmak bile birçok hukuki tehlikeyle dolu. “Davalar genellikle soruşturmanın gizliliğinin ihlali ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs etmek gibi ceza kanunu maddelerinden açılıyor,” diyen Erdal hakkında örneğin, Balyoz davasına bakan hakimlerin özelliklerini inceleyen bir haber analiz yazdığı için “yargıya hakaret”, “gizliliğin ihlali” ve “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçlarından dava açılmıştı.

Avukat tutma masrafları ve çok sayıda dava duruşmasına katılmak zorunda oldukları için çalışma düzenlerinin bozulmasının yanı sıra sürekli kovuşturmaya uğramak, gazeteciler üzerinde olumsuz etki yapabilir. Bazı gazeteciler hapis ya da gözaltı ihtimalinin akıllarından hiç çıkmadığını ve yetkililerin bundan istifade ettiklerini ifade etti.

Şık’ın avukatı Pekin, Türkiye’nin ekonomik ve diplomatik olarak güçlenmesi ve dış dünyaya açılmaya başlamasına rağmen hukuki tablonun ifade özgürlüğü bakımından giderek daha kısıtlayıcı olduğunu belirtti. Kendi müvekkilinde olduğu gibi, gazetecilerin ceza kanunu ve terörle mücadele kanun maddelerinin yanı sıra, üçüncü bir suç kategorisiyle giderek daha çok karşı karşıya kaldıklarına dikkat çekti: hakkında haber yaptıkları örgüte üye olmak ya da yardım etmek.

“Bu üç kategoriyi birlikte ele aldığımızda Türkiye’de hükümetin gazetecilerin tepesinde demir yumrukla beklediğini söyleyebiliriz” diyen Pekin, şöyle devam etti: “Türkiye’de gerçek ifade özgürlüğü yok. Ben 12 yıldır gazete avukatlığı yapıyorum. Bana sorarsanız 12 yıl öncesinden fazla bir değişiklik olduğunu söyleyemem. Aslında üçüncü kategori göz önüne alındığında durumun kötüye gittiğini söyleyebiliriz.”

Bazı analistlere göre devlete karşı işlenen suçlardan açtıkları davalarla basına keskin bir mesaj göndermiş olan yetkililer şimdi Kürt medyasını bastırmaya yoğunlaşmış durumda. Siyasi analist Arakon durumu söyle ifade ediyor: “Hükümet artık Ergenekon hakkında o kadar çok konuşmuyor, çünkü bu davayla ilgili belli oranda tatmin oldular. Tutukluluk dairesinin dışında kimse kalmadı. Şimdi sıra KCK davalarında.” Arakon bu sözleriyle Kürt gazetecilerin, akademisyenlerin ve siyasetçilerin devletin terör örgütü olarak tanımladığı KCK organizasyonuna üye olmakla suçlandıklan ceza davalarını kastediyor.

Nedim Şener ise durumu şöyle özetledi: “Türkiye basılmamış bir kitaba el konabileceğini ve bir gazetecinin yazımında herhangi bir katkısı olmadığı iki kitap yüzünden tutuklanabileceğini gösterdi. Böyle acayip, paranoyak bir ülke olduk.” Kürt gazetecilerinin yaşadıkları zulümle ilgili olarak da “Güneydoğu Anadolu’da insanlar sadece yazı yazdıkları için terörist olarak tutuklanıyor. Onların durumu bizden çok daha kötü” dedi.

(Fotoğraf: Reuters)

4. Bölüme git >>
<< İçindekiler listesine git